[color=]Bir Hikâyeyle Başlamak: Efdal Olmak Üzerine[/color]
Selam dostlar, bu gece klavyenin başına oturup sizlerle bir hikâye paylaşmak istedim. Forumda hepimiz farklı şeyler konuşuyoruz; kimimiz işten, kimimiz hayattan, kimimiz de kalpten geçenlerden söz ediyoruz. Ama bugün anlatacağım hikâye, belki biraz hepimizin içinde yankı bulacak. Çünkü “Efdal olmak” —yani en iyisi, en değerlisi, en faziletlisi olma hâli— bazen sandığımız kadar yükseklerde değil, en sade insanlık anlarında saklı.
[color=]Bir Akşamüstü, Sessiz Bir Atölyede[/color]
Küçük bir kasabada, akşamın turuncuya döndüğü bir vakitte, eski bir marangoz atölyesinden talaş kokusu yükseliyordu. Ali Usta, kırlaşmış sakalının arasından sabırla çalışırken, genç çırağı Ayşe yanına geldi.
— “Usta,” dedi, “neden her şeyi bu kadar titizlikle yapıyorsun? Zaten kimse bu masanın altını görmeyecek.”
Ali Usta başını kaldırdı, gülümsedi.
— “Kızım,” dedi, “Efdal olmak, kimsenin görmediği yeri de doğru yapmaktır.”
Ayşe o anda anlamadı. Ama o söz, aklının bir köşesine kazındı.
[color=]Bir Stratejistin Hayatı: Erkeklerin Çözüm Arayışı[/color]
Aradan yıllar geçti. Ali Usta’nın oğlu Murat, büyük şehre gitti. Mühendis oldu. Hayatı planla, hedefle, stratejiyle ilerliyordu. Onun için “Efdal olmak” demek, sistem kurmak, daha hızlı çözüm üretmek, doğru kararı vermekti.
Bir gün şirketinde kriz çıktı. Proje çökmek üzereydi, herkes panik içindeydi. Murat, masasına oturdu, tüm ekibin hatalarını analiz etti. Matematiksel bir soğukkanlılıkla çözümü buldu. Sistem kurtuldu, yöneticiler onu alkışladı. Ama o gece evine döndüğünde içi bomboştu. Çünkü birinin gözündeki minnettarlığı, bir “teşekkür”ü duymamıştı.
Ertesi sabah, çantasını alıp kasabaya döndü. Babasının atölyesine girdiğinde talaş kokusu hâlâ aynıydı. Usta, elindeki rende ile tahtayı okşar gibiydi. Murat dayanamayıp sordu:
— “Baba, senin için Efdal olmak neydi?”
— “Oğlum,” dedi usta, “senin elinle yaptığın doğru şey, bir başkasının kalbini de onarıyorsa, işte o zaman Efdalsin.”
Murat, hesap cetvelinde bulamadığı dengeyi, babasının cümlesinde buldu o gün.
[color=]Empatinin Güzelliği: Kadınların Kalpten Dokunuşu[/color]
Kasabanın karşı yamacında, aynı yaşlarda bir öğretmen vardı: Elif. Her sabah okuluna giderken, çocukların gözlerinde bambaşka hikâyeler okurdu.
Elif için Efdal olmak, sınıfın en başarılı öğrencisine değil, en sessiz köşedeki çocuğa da ses olabilmekti.
Bir sabah, Mehmet adında bir öğrenci defterini getirmeyi unutmuştu. Diğer öğretmenler “disiplinsizlik” diyebilirdi belki ama Elif onun gözlerindeki karanlığı fark etti. Sessizce yanına gitti:
— “Mehmet, dün akşam evde bir şey mi oldu?” diye sordu.
Çocuk başını eğdi, gözlerinden yaş süzüldü. Babası işten çıkarılmıştı, o yüzden defter alamamıştı.
Elif o gün ders anlatmadı. Çocuklarla birlikte bahçede tohum ekti. “Toprak sabırlıdır,” dedi, “ne verirsen, vaktinde karşılığını bulur.”
Ertesi hafta, Mehmet kendi yaptığı defteri getirdi. Üzerine yazmıştı: “Efdal Olmak, Bazen Birini Görmektir.”
[color=]İki Yol, Tek Gerçek[/color]
Ali Usta’nın sabrı, Murat’ın çözümcül aklı, Elif’in kalpten bakışı… Hepsi bir araya geldiğinde Efdal olmanın tanımı berraklaşıyor:
Bir şeyin en iyisi olmak, yalnızca zekânın, gücün, ya da planın değil; vicdanın, sabrın ve insan sıcaklığının birleşimidir.
Erkekler genellikle “nasıl yaparım” sorusuna odaklanırken, kadınlar “nasıl hissederiz” kısmını unutturmuyor. Biri yapıyı kuruyor, diğeri o yapıya anlam katıyor. Efdal olmak ise bu iki dünyanın kesiştiği yerdedir: Hem aklın, hem kalbin ortak noktası.
[color=]Bir Günün Sonunda[/color]
Ayşe yıllar sonra kendi atölyesini açtı. Kapısında küçük bir tabela vardı: “Efdal Atölyesi.”
Duvarında Ali Usta’nın bir sözü asılıydı: “Kimsenin görmediği yeri de doğru yap.”
Bir köşede Elif’in hediyesi olarak çerçevelenmiş bir not duruyordu: “Bazen birini görmek, en büyük işçiliktir.”
Ve masasında Murat’tan gelen bir e-posta yazılıydı: “Sistemi kurdum, ama insanı anlamayı senden öğrendim.”
O gün Ayşe, güneş batarken kahvesini yudumladı ve düşüncelere daldı. “Efdal olmak,” dedi kendi kendine, “aslında bir mertebe değil, bir denge… İnsan hem aklını hem kalbini aynı anda tutabildiğinde, işte o zaman gerçekten ‘efdal’ olur.”
[color=]Forumda Sohbeti Devam Ettirelim[/color]
Benim hikâyem böyle dostlar. Ama bu başlıkta sizin hikâyelerinizi duymak isterim:
- Sizce “efdal olmak” başarıyla mı, erdemle mi ölçülür?
- Birine iyi davranmak, onu anlamaya çalışmak mıdır, yoksa ona çözüm sunmak mı?
- Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yönleri birleştiğinde gerçek dengeyi bulabilir miyiz?
- Hayatınızda “Efdal” diyeceğiniz biri oldu mu? Onu öyle kılan neydi?
Yorumlarınızı merak ediyorum. Çünkü belki de Efdal olmak, tam da bu forumda, birbirimizin hikâyesine kulak verebilme cesaretinde gizlidir.
Selam dostlar, bu gece klavyenin başına oturup sizlerle bir hikâye paylaşmak istedim. Forumda hepimiz farklı şeyler konuşuyoruz; kimimiz işten, kimimiz hayattan, kimimiz de kalpten geçenlerden söz ediyoruz. Ama bugün anlatacağım hikâye, belki biraz hepimizin içinde yankı bulacak. Çünkü “Efdal olmak” —yani en iyisi, en değerlisi, en faziletlisi olma hâli— bazen sandığımız kadar yükseklerde değil, en sade insanlık anlarında saklı.
[color=]Bir Akşamüstü, Sessiz Bir Atölyede[/color]
Küçük bir kasabada, akşamın turuncuya döndüğü bir vakitte, eski bir marangoz atölyesinden talaş kokusu yükseliyordu. Ali Usta, kırlaşmış sakalının arasından sabırla çalışırken, genç çırağı Ayşe yanına geldi.
— “Usta,” dedi, “neden her şeyi bu kadar titizlikle yapıyorsun? Zaten kimse bu masanın altını görmeyecek.”
Ali Usta başını kaldırdı, gülümsedi.
— “Kızım,” dedi, “Efdal olmak, kimsenin görmediği yeri de doğru yapmaktır.”
Ayşe o anda anlamadı. Ama o söz, aklının bir köşesine kazındı.
[color=]Bir Stratejistin Hayatı: Erkeklerin Çözüm Arayışı[/color]
Aradan yıllar geçti. Ali Usta’nın oğlu Murat, büyük şehre gitti. Mühendis oldu. Hayatı planla, hedefle, stratejiyle ilerliyordu. Onun için “Efdal olmak” demek, sistem kurmak, daha hızlı çözüm üretmek, doğru kararı vermekti.
Bir gün şirketinde kriz çıktı. Proje çökmek üzereydi, herkes panik içindeydi. Murat, masasına oturdu, tüm ekibin hatalarını analiz etti. Matematiksel bir soğukkanlılıkla çözümü buldu. Sistem kurtuldu, yöneticiler onu alkışladı. Ama o gece evine döndüğünde içi bomboştu. Çünkü birinin gözündeki minnettarlığı, bir “teşekkür”ü duymamıştı.
Ertesi sabah, çantasını alıp kasabaya döndü. Babasının atölyesine girdiğinde talaş kokusu hâlâ aynıydı. Usta, elindeki rende ile tahtayı okşar gibiydi. Murat dayanamayıp sordu:
— “Baba, senin için Efdal olmak neydi?”
— “Oğlum,” dedi usta, “senin elinle yaptığın doğru şey, bir başkasının kalbini de onarıyorsa, işte o zaman Efdalsin.”
Murat, hesap cetvelinde bulamadığı dengeyi, babasının cümlesinde buldu o gün.
[color=]Empatinin Güzelliği: Kadınların Kalpten Dokunuşu[/color]
Kasabanın karşı yamacında, aynı yaşlarda bir öğretmen vardı: Elif. Her sabah okuluna giderken, çocukların gözlerinde bambaşka hikâyeler okurdu.
Elif için Efdal olmak, sınıfın en başarılı öğrencisine değil, en sessiz köşedeki çocuğa da ses olabilmekti.
Bir sabah, Mehmet adında bir öğrenci defterini getirmeyi unutmuştu. Diğer öğretmenler “disiplinsizlik” diyebilirdi belki ama Elif onun gözlerindeki karanlığı fark etti. Sessizce yanına gitti:
— “Mehmet, dün akşam evde bir şey mi oldu?” diye sordu.
Çocuk başını eğdi, gözlerinden yaş süzüldü. Babası işten çıkarılmıştı, o yüzden defter alamamıştı.
Elif o gün ders anlatmadı. Çocuklarla birlikte bahçede tohum ekti. “Toprak sabırlıdır,” dedi, “ne verirsen, vaktinde karşılığını bulur.”
Ertesi hafta, Mehmet kendi yaptığı defteri getirdi. Üzerine yazmıştı: “Efdal Olmak, Bazen Birini Görmektir.”
[color=]İki Yol, Tek Gerçek[/color]
Ali Usta’nın sabrı, Murat’ın çözümcül aklı, Elif’in kalpten bakışı… Hepsi bir araya geldiğinde Efdal olmanın tanımı berraklaşıyor:
Bir şeyin en iyisi olmak, yalnızca zekânın, gücün, ya da planın değil; vicdanın, sabrın ve insan sıcaklığının birleşimidir.
Erkekler genellikle “nasıl yaparım” sorusuna odaklanırken, kadınlar “nasıl hissederiz” kısmını unutturmuyor. Biri yapıyı kuruyor, diğeri o yapıya anlam katıyor. Efdal olmak ise bu iki dünyanın kesiştiği yerdedir: Hem aklın, hem kalbin ortak noktası.
[color=]Bir Günün Sonunda[/color]
Ayşe yıllar sonra kendi atölyesini açtı. Kapısında küçük bir tabela vardı: “Efdal Atölyesi.”
Duvarında Ali Usta’nın bir sözü asılıydı: “Kimsenin görmediği yeri de doğru yap.”
Bir köşede Elif’in hediyesi olarak çerçevelenmiş bir not duruyordu: “Bazen birini görmek, en büyük işçiliktir.”
Ve masasında Murat’tan gelen bir e-posta yazılıydı: “Sistemi kurdum, ama insanı anlamayı senden öğrendim.”
O gün Ayşe, güneş batarken kahvesini yudumladı ve düşüncelere daldı. “Efdal olmak,” dedi kendi kendine, “aslında bir mertebe değil, bir denge… İnsan hem aklını hem kalbini aynı anda tutabildiğinde, işte o zaman gerçekten ‘efdal’ olur.”
[color=]Forumda Sohbeti Devam Ettirelim[/color]
Benim hikâyem böyle dostlar. Ama bu başlıkta sizin hikâyelerinizi duymak isterim:
- Sizce “efdal olmak” başarıyla mı, erdemle mi ölçülür?
- Birine iyi davranmak, onu anlamaya çalışmak mıdır, yoksa ona çözüm sunmak mı?
- Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yönleri birleştiğinde gerçek dengeyi bulabilir miyiz?
- Hayatınızda “Efdal” diyeceğiniz biri oldu mu? Onu öyle kılan neydi?
Yorumlarınızı merak ediyorum. Çünkü belki de Efdal olmak, tam da bu forumda, birbirimizin hikâyesine kulak verebilme cesaretinde gizlidir.